İzmir Dayanışma Akademisi’nin birinci yılını değerlendiren Yrd. Dr. Lülüfer Körükmez, “Türkiye’de üniversitelerin, üniversite olma niteliğini kaybettiğini söylüyoruz. Elbette bu, biz ihraç edildik diye değil. İhraçlar, zaten oldukça kusurlu ve vasat olan üniversiteleri daha da kötü hale getirdi çünkü eleştirel, muhalif söz söyleyen ve/veya eyleyen herkese bir sopa gösterildi. Asıl darbeyi alan, üniversitelerin asli niteliği olması gereken eleştirellik ve özgür bilgi üretmedir” dedi.
İzmir Dayanışma Akademisi’nin kurucularından Yrd.Dr. Nilüfer Körükmez ve Prof. Dr. Nilgün Toker ile birinci yıllarını ve ihraçların ardından akademiyi ve sorunlarını konuştuk.
İzmir Dayanışma Akademisi birinci yılı geride bıraktı. Nasıl değerlendiriyorsunuz bir yıllık çalışmayı, kuruluş amacından da başlarsak…
Lülüfer Körükmez: İzmir’de ihraçlar başlamadan önce oluşturduğumuz İzmir Dayanışma Akademis (İDA) bize kürsü oldu. Şimdiye kadar İDA Buluşmaları adı altında ayda bir konferanslar düzenledik. Katılım sürekli olarak arttı. Bu elbette mutluluk verici ama onun da ötesinde hem ihraç edilen akademisyenlere desteği gösteriyor hem de üniversitelerin giderek nefes alınamaz olan atmosferine küçük de olsa bir alternatif oluşturuyor.
Neden dayanışma akademisi? Dayanışma akademileri ile amaçlanan nedir?
Nilgün Toker: Dayanışma çünkü, üniversite dışına atılan akademisyenlerin, birlikte yeni bir deneyimi paylaşarak, hem bir arada durmaya hem de birlikte üretmeye devam edebilmelerini sağlamak amacındayız. Akademi çünkü, akademik etkinliğimiz üniversitelerin duvarlarıyla sınırlı değil, dışarıda, başka yerlerde de akademik etkinliği sürdürebiliriz. İşte dayanışma akademileriyle, birlikte farklı bir akademik etkinliği yaratma, deneyimleme şansı yakaladık ve bunu geliştirmek, kalıcılaştırmakta ısrarlıyız. Dayanışma akademileri, kürsüsüz kalan akademisyenlerin kendi alanlarında, çalışmalarını aktarmak için kürsü sunuyor ve akademinin bulunduğu hemen her ilde bu etkinlikler düzenli olarak gerçekleştiriliyor. Bunun yanı sıra kamuyla, öğrencilerle karşılaşmak, birlikte bilgi üretmek için farlı etkinlikler, dersler, sokak dersleri, atölye çalışmaları düzenleniyor. Giderek bu çalışmaların daha da yapılandırılacağı kanısındayım.
LülüferKörükmez: Barış çağrısının üzerinden neredeyse iki yıl geçti. Barış imzacıları iki yıldır, işten çıkarma, vatandaşlık haklarının kısıtlanması, sürgün, çeşitli biçimlerde baskı ve tehdit vb. sindirme ve cezalandırma yöntemleriyle karşılaştı. Süreç henüz bitmedi, bir yandan mahkeme süreci henüz yeni başlıyorken bir yandan da tehditler devam ediyor. Elbette diğer bütün hak kaybına uğramış kişiler gibi biz de hak arayışına devam edeceğiz. Türkiye’de üniversitelerin, üniversite olma niteliğini kaybettiğini söylüyoruz. Elbette bu, biz ihraç edildik diye değil. İhraçlar, zaten oldukça kusurlu ve vasat olan üniversiteleri daha da kötü hale getirdi çünkü eleştirel, muhalif, söz söyleyen ve/veya eyleyen herkese bir sopa gösterildi. Asıl darbeyi alan, üniversitelerin asli niteliği olması gereken eleştirellik ve özgür bilgi üretmedir. İhraçlara rağmen, üniversite bileşenlerinden gür bir ses çıkmaması ise cezalandırma yönteminin işe yaramadığını gösteriyor elbette. Ancak, ses çıkarmaktan, eleştirmekten kaçınanlar da görüyor ki, sessizlik derde derman değil.
Dayanışma akademileri alternatif bir düşünce ortamı sunabilecek mi?
Nilgün Toker: Üniversiteler üniversite olmaktan çıkarıldıkça, dışarıda özgür bilgi dolaşımı ve paylaşımı daha kıymetli hale gelecek. Ama bu özgür bilgi üretimi ve paylaşımı için ‘Barış Akademisyenleri’nin toplumsal destek ve dayanışmaya ihtiyacı var. Eğer var olacaksak hep beraber var olacağız, bu unutulmamalı. Bu nedenle demokratik bir bir arada yaşama talebinde olan herkesi, bu dayanışma ağına davet ediyoruz.
Lülüfer Körükmez: Aslında biz de hala bunun yollarını arıyoruz. İhraç / açığa alma öncesinde hemen hepimiz, üniversite dışı sivil topluma, kamuya yönelik de çalışmalar yürütüyor ancak nihayetinde üniversite bünyesinde, sıkı yapılandırılmış ve oldukça kusurlu bir yapıda çalışıyorduk. Şimdi bir şekilde bundan özgürleştik ancak alternatif akademiyi nasıl oluşturabileceğimizi arayarak bulacağız. Bunun hazır bir reçetesi yok. Elbette ders içerikleri, ders yapma yöntemleri, bilgi üretme yöntemleri ve hatta mekanları üzerine tartışmamız gerekiyor. Sıkça hiyerarşik olmayan, özgür, bilginin ezber yoluyla aktarılmadığı bir eğitim modelinden bahsediyoruz ancak bunu nasıl mümkün kılacağımız üzerine henüz küçük denemelerimiz var. Ayrıca bu sürecin sadece “hocalar” tarafından üretileceğini düşünmüyorum. Zaten bu da sakat olur. Öğrenciler sık sık dayanışma akademilerinde yeterince alan sahibi olmadıklarından ve üniversitedeki anlatan-dinleyen, alan-veren hiyerarşisinin devam ettiğinden şikayet ediyorlar. Haklılar da! Ancak, henüz kendilerinden bir öneri gelmedi. Kim olursa olsun birilerinin sizin için iyi bir model, pratik vb. üretmesini talep etmek veya ummak pek gerçekçi bir beklenti değil. İDA takipçisi öğrenci arkadaşlara tavsiyem daha farklı bir model istiyorlarsa daha katılımcı olsunlar.
Kaynak: http://www.sivilsayfalar.org/2018/01/10/izmir-dayanisma-akademisi-yoluna-devam-ediyor/